52 Nolu Açıklama
Çeşitli Millet ve Milliyetlerden Türkiye-Kuzey Kürdistan Halklarına;
Her toplumun belleği, öncelikle kendi tarihini oluşturan sınıflı toplum realitesinin “yaka-paça “ süreğenliği içinde oluşan her türlü tecrübesinin toplamıyla ilintilidir. Derin düşmanlıklarla koşullanmış çetin sınıf mücadeleleri, toplumun ilerici dinamiklerini olgunlaştırarak geleceğe hükmetmesini hazırlar. İrili-ufaklı çalkantılardan muaf olmayan bu ilerleyiş yengi ve yenilgiler düzlemidir. “Onanmaz“ yaralar, unutulmaz acılar ve bunlar karşısında inatla dikilen kahramanlıklar, destansı direnişler “at başı“ giderek tarihe not düşerler.
“Demir pençe“ nin mengenesine sıkıştırlarak bir taraftan inanılmaz acılara boğulan, bir taraftanda her türlü entrika ve manipülasyonla zehirlenen toplum, buna koşut olarak bağrında, devrimci isyan ve geleceğin en körpe filizlerini de besleyerek, adım adım, uzun ve amansız hesaplaşmanın günlerini yakınlaştırır. “Aldığı suyu unutmayan bu çelik“, kızıl gezegenin izlerini asla kaybetmez.
Tüm insanlık tarihi tanıklık etmiştir ki, tarihin karanlık sayfalarını temsil eden gerici hakim sınıflar, tarihteki rolleri ve kanlı cürümlerinin karşılığında hakettikleri gibi hep lanetle anılmış, ama tarihi aydınlığa doğru ilerletmiş olan ezilen-sömürülen emekçi halk kitlelerinin devrimci eylemi ve geleceğe ışık tutan her parıltı da hakettiği gibi saygıyla anılırlar.
Toplumlar tarihi, toplumdaki bu karşıtlıktan müzdarip olup bu savaşımla ilerledi. Dün ve bugün buna tanıklık etti ve yarın da buna edecektir. Bir tarafta gerici zor ve temsil, diğer tarafta devrimci zor ve temsil! Bir tarafta karanlık tarihin günümüze hükmü, diğer taraftan da kızıl gezegenin günümüze iz düşümü!
Bu iki dünyanın coğrafyamızdaki kapışmasının kısa bir kesitinde cereyan eden gelişmeler günümüzü açıkladığı kadar, gelecegin de ’’yol işaretleri“ olarak bilinmeye değer süreçlerdir.
12 MART 1971 FAŞİST CUNTASI VE DEVRİMCİ TUTUM!
«Dar boğaza» gelen egemen-sömüren sınıflar çareyi darbelerde vb. ararlar. Önce darbeye karşı muhtemel direnişi devre dışı bırakıp darbeyi istenilir hale getirmenin planını kurarlar. Sivil faşist çetelerini silahlandırıp sokağa dökerek siyasi cinayetler işletirler. Haince planlarla «sağ- sol» çatışması, mezhepsel çatışmalar vb. ile toplum yaşamını tehdit eden büyük kaos ortamı yaratırlar. Böylece, yönetilen halk kitlelerinin devrimci tepkisi başka yönlere çekilerek saptırılır ve devlet ve iktidar «Ok‘un sivri ucundan» düşürülür. Tüm toplum tedirgindir. Sokaklar ve tüm yaşam alanları «güvenliksizdir». Darbeler için koşullar hazırdır. Ve düğmeye basılır. Bazen de devrimci koşullar devrimci hareketin çığ gibi büyüyüp gerici iktidarı ciddi tehditler altına alır. «Vatan-Millet-Bayrak»çığırtkanlığı ile «din-devlet elden gidiyor» demogojisiyle darbelerinin zeminini hazırlarlar. Panik içindeki gerici egemen sınıflar tam bir çaresizlik içinde darbe «can simidine» sarılırlar. Bazen, parlamentoyu fes ederek açık faşizm biçiminde,bazen de parlamentoyu muhafaza ederek parlamento maskesi altında darbeleri uygularlar. «Anayasal düzen» olarak faşizmi uyguladıkları gibi, bazen de kendi yasalarını çiğneme biçimiyle faşizmi kaba ve açık haliyle uygularlar.
İşte, 12 Mart 1971 ‘ deki genarallar çetesinin muhtırası ve akabinde uygulanan sıkı yönetim ile devrimcilerin katledilmesi ve tüm demokratik kırıntıları rafa kaldıran yarı-askeri, faşist cunta, kanlı ve karanlık Türkiye-Kuzey Kürdistan tarihinin böyle bir kesiti ve temsilidir.
Henüz gençlik yıllarında olan devrimci hareket şahsında gerçekleştirdiği katliamlarla geniş halk kitlelerinin yaşamına bir karabasan gibi çöken faşist cunta azgınca başlattığı topyekün saldırılarla devrimci ve komünist hareketin önderlerini, kadro ve militanlarını katlederek, hapse atarak süreç içinde Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci ve komünist hareketinin geçici örgütsel yenilgi almasını sağladı- başardı.
Mahirlerin katliamı, Denizlerin idam edilmesi, Vartinik Mirik baskını ve KAYPAKKAYA’nın işkencehanelerde canice katledilmesi, sürece damgasını vuran sembolleşmiş önemli ve tarihsel gelişmelerdir.
12 Marttaki yarı askeri faşist cuntanın kanlı hükmü, Mustafa Suphiler sonrası elli yıllık bir tarih boyunca üzerine «ölü toprağı» serpilmiş olan Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci-komünist hareketinin pasifist kabuğunun kırılmasıyla sağlanan devrimci yükselişin önüne, «buz dağı» misali geçip coğrafyamız tarihini karanlığa çekmek istese de, Mahirlerin, Denizlerin ve İbrahimlerin baş eğmez sınıf tutumlarıyla yükselişlerinin coğrafyamızın devrimci-komünist hareketine köklü gelenekler ve soylu miraslar bırakarak ideolojik ve moral değerlerin pekişmesine de hizmet ederek tanıklık etmiştir.
Nitekim 1980 ‘de askeri faşist darbenin tarih sahnesine çıkması, büyüyerek gelişen devrimci-komünist hareketin önlenmesi çabası ve kökleri derinde olan sınıf mücadelesinin yok edilemediğinin açık kanıtıdır. Ülkemiz sathındaki günümüz sınıf mücadelesini ideolojik-politik ve örgütsel dokusunun ’71 devrimci çıkışına dayandığı açık değil midir?
Hiç bir zor, tarihin ileriye doğru akış yönünü değiştiremedi-değiştiremez. Gerici zor, gürbüz çocugu olan devrimci zor tarafından er yada geç yok edilecek, tarihin akışı önündeki bu engel kaldırılacaktır! Sınıflar mücadelesinin tarihi bunu defalarca kanıtladı, kanıtlamaya devam edecektir!
12 Mart 1971 yarı askeri faşist cuntasının, ’61 Anayasasının tanıdığı demokratik kırıntıları da tırpanladığı doğrudur, ancak «61 Anayasasına» karşı geliştirdiği iddiası da kaba bir demogojidir.
12 Mart 1971 cuntası, BPKD‘ nin önlenemez etkisiyle birleşen, Türkiye Kuzey Kürdistandaki devrimci durumun sonucu olarak 68’lerde belirgin yükselişe geçen ve 68 gençlik hareketi olarak boy gösteren gençlik hareketinin, anti- emperyalist çehreden daha ileri bir devrimci öze oturmasıyla ve özellikle de silahlı mücadele niteliğine sıçrayarak açtığı devrimci çığır başta olmak üzere, yoğun köylü isyanları-toprak işgalleri ve dinmeyen işçi direnişlerinin kabararak 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi gibi bütünlüklü gelişen devrimci dalga karşısında kapıldığı korkunun ve bağrında taşıdığı, aynı zamanda bu devrimci ve komünist yükselişe de kaynaklık eden siyasi-ekonomik krizlerinin derinleşmesinin sonucuydu.
Bu dönem devrimci hareketinin önem taşıyan bir özelliğide; «ihtilalci komünizmin en tehlikeli temsilcisi» olarak tespit edilen KAYPAKKAYA çizgisinin geleneksel soldan temel kopuşu ifade eden MLM‘nin doğuşuydu. Bu doğuş, cuntanın «hedef tahtasına oturmak» için yeterli bir sebepti.
Kürt Ulusal sorunu ve Kemalizm tahlilleriyle, şöven-sosyal şöven anlayışlara hançer vurulmuş ve Kemalizmin gerçek yüzü teşhir edilerek adeta tabular yıkılmıştı. Halk Savaşı perspektifi ve pratiği ise bu çizginin diger öne çıkan güçlü yanlarından biriydi.
Türk hakim sınıflarının Kürt Ulusuna yönelik ulusal baskı ve inkar politikası tarihte bilinen katliamlarla vb. acımasızca sürdürülürken,devrimci hareket kah sessizlik tutumu kah destekleme tutumuyla bu konuda hakim sınıfların yedeğinde bir seyr izliyor, Kemalizm hayranlığı ve orduya bel bağlayan anlayışlar hüküm sürüyordu. KAYPAKKAYA bütün bu konularda şövenizm- sosyal şövenizm ve her türden reformizme de tam bir karşı koyuştu. Kemalizm’in ırkçı-şöven ve katliamcı niteliğiyle karakterize olan faşist TC devletinin yıkılıp Demokratik Halk Diktatörlüğünün kurulması perspektifiyle, Komunizm bayrağı olarak yükselen KAYPAKKAYA ve kurduğu TKP(ML), THKO ve THKP-C ile birlikte (ama doğusu itibarıyla daha sonra) 12 Mart ’71 Cuntasının azgın saldırılarına maruz kaldı.
Askeri faşist darbelerle nam salmış Türk hakim sınıflarının bu tarihi, Kemalizm tarihidir bir anlamda. Bu tarih, onun emperyalizme göbekten bağımlı yarı sömürge, yarı feodal sosyo-ekonomik ilişkiler üzerinde bina olan geri ve faşist bir devlet karakterinden bağımsız olmadığı gibi, ordunun hem ekonomik, hem de siyasi ve askeri güç olarak devlet yapılanmasında etkin rolü ile tayin edici öge olduğunu göstermektedir. MGK bunun en açık beyanıdır. Ordunun devlet yönetimi ve siyasetindeki bu egemenliği kuşkusuz yarı feodal, yarı sömürge coğrafyalara has tipik bir özellik olduğu kadar, coğrafyamızın burjuva demokrasisinden katbe kat uzak, faşist bir devlet biçimi ve özüne sahip olduğunu da göstermektedir. Parlamentonun muhafaza edilmesi nasıl ki 12 Mart 1971 faşist darbesinin niteliğini saklayamazsa, günümüzdeki parlemontunun varlığıda devletin faşist özünü ve ordunun Türkiye-Kuzey Kürdistan yönetimindeki belirleyici rolünü gizleyemez. Parlamento peçesi faşizmin yüzünü örtmeye yetmez.
Sonuç olarak; «Geçmişini iyi tecrübe ederek öğrenenler, geleceğini de ellerine alarak doğru tayin ederler-edebilirler.» sözüne uygun olarak, halk kitleleri ve öncülerinin doğru tarih bilincine sahip olması son derece önemlidir. Bunu iyi bilen hakim sınıflar, tarihi çarpıtmaktan ve gelişiminin önünde engel olmaktan asla geri durmazlar. Asimilasyon ve jenositler; inkar ve kölelik boyunduruğunda ısrar; toplumdaki ekonomik-sosyal gelişme ve hareketlerin her türlü zor ve şiddetle bastırılıp engellenmesi; ideolojik-politik-kültürel manipülasyonlarla yabancılaşmanın derinleştirilmesi; tarih çarpıtıcılığı vb. vs. bütün bunlar, toplumun ve tarihin gerçek yaratıcıları olan emekçi halk kitlelerinin belleğini, dolayısıyla da tarih bilincini dumura uğratıp yok etmeye çalışarak,toplumsal-tarihsel gelişmeyi önlemeye yönelik saldırılardır.
Burjuva feodal faşist diktatörlüğün bu çabası anlamsız değildir. Tamamen geniş halk kitlelerinin kölelik zincirleriyle tahakküm altında tutulup, kokuşmuş saltanatlarının sürgit devam etmesini sağlama emellerinin tabi gereğidir.
Bu bağlamda, devrimci halk kitleleri ve tüm «yoksul dünya», tarih bilincini diri tutup doğru bina etmek durumundadır. Bunun gereği olarakta, gerici hakim sınıfların saldırılarına inat, geçmiş tarihine sahip çıkarak onu yol gösterici yönleriyle sıkıca savunmalıdır. Geleceğimizi ellerimize almanın temel ögelerinden biri budur. Tarih bilinci noksan olanlar,geleceği tam aydınlatamazlar.
GAZİ PROVAKASYONU VE DEVRİMCİ KARŞI KOYUŞ;
Tarih 12 Mart 1995‘e geldiğinde, üç askeri–yarı askeri faşist darbe dönemini değişik entrika, katliam ve provakasyonlarla günümüze kadar sürdüren Türk hakim sınıfları, ”böl-parçala-yönet” politikasına uygun olarak Çorum, Maraş ve Sivas’ta uygulanan geleneksel mezhep çatışması mizansenini bu kez de İstanbul Gazi mahallesinde sahnelediler.
Ne var ki, gerici hakim sınıfların çeşitli uzantıları vasıtasıyla gerçekleştirdiği bu provakasyon, mezhepsel catışmaya dönüşmeyerek emeline ulaşamamış, bilakis devrimci bir karşı koyuşla geri tepmiştir. Direnişe geçen devrimci halk kitleleri bu provakasyondan direk olarak devleti sorumlu tutmuş, haklı devrimci tepkisini buraya göstermiştir.
Her ne kadar burjuva feodal-faşist devlet kanlı saldırısıyla onlarca direnişçi – devrimciyi katledip göstericileri kurşun yağmuru ve panzerler altında canice ezerek ve tutuklu tutuksuz işkencelerden geçirerek faşist terörünü estirse de; devrimci karşı koyuş, önderlik zaafiyetine rağmen doğru temelde gelişip devleti hedefleme, provakasyonun mezhepsel çatışma amacı itibariyle boşa çıkarılması, provakasyonun kitlesel devrimci karşı koyuşla yanıtlanması, kitlesel devrimci tepkinin diğer semtlere de sıçrayarak giderek yaygınlık kazanma eğilimi karşısında, devletin polis kurumunu devreden çıkararak ve fiilen onun işkenceci ve katliamcı niteliğini kabul edercesine, ordu kurumunu devreye sokarak gösterici kitlelerin temsilcileriyle görüşerek devrimci hareketin meşruluğunu kabul etmek zorunda kalışı gibi yönleriyle başarı ve kazanımlar sagladığı açıktır.
Komünist ve devrimcilerin bu hareketlerden doğru dersler çıkararak görev ve sorumluluklarını belirlemeleri önemli bir görevdir. Devrimci hareketin kendiliğinden gelme özelliği taşıyan Gazi direnişi ya da büyük protesto hareketi, devrim cephesine sağladığı kazanımlar ve Türkiye Kuzey Kürdistan sınıf mücadelesinin bir mevzisini ifade etmesi gibi olumluluklarına karşın; komünist –devrimci önderlikten yoksun oluşu, kimi çabalara karşın esasta kendiliğinden bir hareket olarak gelişip böyle sonuçlanması, hem hareketin zaafları ve hemde hareketin kazanımlarının gerektiği gibi değerlendilmemesi gibi eksiklikler tasidığı görülmelidir.
Emekçi halk kitlelerinin bu doğrudan pratiği öncelikle iki şeyi göstermiş ve kanıtlamıştır ki, hiç bir gerici güç halk kitlelerinin gücünden daha üstün değildir ve halk kitleleri örgütlendikçe kahredici güce ulaşabilirler.«Ordusu olmayan bir halk hiçtir» sözü bunu anlatır.
Öte yandan açığa çıkmıştır ki ve bilimum tasfiyeci-reformist eğilim ve akımlar görmelidir ki, her türden gerici baskı ve katliam, ancak silahlı temelde örgütlenmiş devrimci zor ve mücadele yoluyla durdurulabilir. Ve ancak Maoist Komünist Partisi önderliğinde devrimci savaşın zaferiyle tam olarak ortadan kaldırılabilir. Karşı devrimci zor devrimci zor ile alt edilecektir.
Elbetteki Gazi provakasyonu planlı ve bilinçli bir oyundu,sıradan bir cinayet değildi.Provakasyonun devreye sokulması için tetikleyici unsur olarak tespit edilen, yaşlı bir Alevi dedesinin katledilmesi tertibi, bilinçli bir tercihtir. Dahası, bu tertibin Gazi gibi devrimci potansiyelin yoğun olduğu ve bölge halkının Alevi kitlesi olarak büyük hassasiyetler taşıması gibi özellikler açıkça göstermektedir ki tamamen planlı ve bilinçli bir oyun sergilenmek istenmiştir. Provakasyon bölgesinin isabetli tespit edildiği açıktır.
Devlet, Gazi mahallesinde devrimci–komünist örgütlerin önemli oranda kök saldığını ve Gazi halkının önemli bir devrimci potansiyel olarak örgütlenip devrimci duyarlılığının ciddi düzeylere vardığını izlemekteydi. Buradaki devrimci-komünist hareketin etkisi fevkalede büyüyüp göze batmaktaydı. Devletin, «terör yuvası», «terör örgütlerinin öbeklendiği yer» söylemleri ve alttan alta «kurtarılmış bölge» safsatalarının dillendirilmesi, seri ilginin bura üzerinde olduğunu açıkça göstermekteydi.Elbette ki bu söylemler sebepsiz değildi. Nitekim planlı provakasyon devreye sokularak bu korku giderilmeye, bu gelişme bertaraf edilmeye calışıldı. İste Gazi provakasyonun en temel nedeni buydu.
«Kayıplar», «‘faili meçhul cinayetler’», işkence hanelerde uygulanan katliamlar, ev ve sokak ortalarında yargısız infazlar eşliğinde uzun süreli açık faşist saldırılarla bir taraftan örgütlü devrimci hareket darbelenirken, diğer taraftan tüm toplumu terörize ederek, topluma verdiği mesajın yanısıra uyguladığı ekonomik ve sosyal baskı politikalarıyla her türlü muhalefeti kabuğuna çekilmeye zorluyordu. Devrimci gelişmeler karşısında katliamcı-komplocu yüzünü sergilemekten bir an bile geri durmayan gerici hakim sınıflar, Gazi’nin diri-devrimci gelişmesine karşıda kayıtsız kalmayarak canice bir plan eşliğinde oluşturduğu «gerekçelerle», sınıf karakteri ve siyasi özlerine uygun olarak kanlı dişlerini vahşice gösterdiler. Onlarca ölü ve yaralı, yüzlerce gözaltı ve işkence bilançosuyla, zebaniler 12 Mart tarihine kara bir leke olarak düşerken, devrimci karşı koyuş ve düşen kahramanları ise, 12 Mart tarihine altın harflerle yazıldılar.
Bedeller ödenmeden bir adım yolun bile katedilmeyeceği sınıflı toplum tarihinin gerçek yasasıdır. En ağırı da olsa, bedeller ödeyerek proletaryayı iktidara taşımak ve dolayısıyla insanlık tarihini ileriye taşımak tarihsel bir zorunluluktur.
Bu bilinçle;
13. Yıldönümünde Gazi-Ümraniye şehitlerinin anıları önünde eğilirken, büyük direniş ve feda ruhlarını ışık alarak selamlıyor, kanlı karanlık zebanilerinin cani katliamını ve baş tertipçileri olan hakim sınıfları bir kez daha devrimci nefretle lanetliyoruz.
ŞAN OLSUN 12 MART 1995 GAZİ DEVRMCİ KARŞI KOYUŞUNA!
ŞAN OLSUN GAZİ ve ÜMRANİYE ŞEHİTLERİNE!
GAZİ DİRENİŞİNİN DEVRİMCİ RUHUNU KUŞANALIM!
KAHROLSUN 12 MART 1971 FAŞİST CUNTASI!
KAHROLSUN FAŞİZM, YAŞASIN HALK SAVAŞI!
YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZM – MAOİZM!
Maoist Komünist Partisi
Merkez Komitesi Siyasi Bürosu