57 Nolu Açıklama
Serbest rekabetçi çağ yavaş yavaş tekelleşme sürecine evirilip bir dünya sistemi olarak karşımıza çıkmasına koşut biçimde Osmanlı idaresinin çöküntüye doğru yüz tutmaya başladığı süreç, tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Kapitalizmin yeni bir nitel evreye bürünmesi ile özellikle dönemin iki büyük sömürgeci devleti olan İngiliz ve Fransız emperyalizmi, gerek toprakların paylaşılması gerekse de pazarların kendi aralarında pay edilmesini esasta tamamlamışlardı. Diğer bir deyişle emperyalist-kapitalist devletlerin kendi aralarındaki çelişkilerden dolayı o ana kadar tek sömürgeleştirilmeyen üç devlet olan Osmanlı, Çin ve İran üzerinde dikkatlerini odaklamışlardı. O ana kadar bu üç devletin hala sömürgeleştirilmemesinin nedeni hem emperyalist-kapitalist devletler arasında ki çelişkiler hem de geniş, zengin ve fakir pazarlar oluşundan dolayı bu yerlerin stratejik öneme haiz olmaları hem de boğazların-kanalların tek başına her hangi bir emperyalist devletin eline geçmemesi vb. etkenler, doğallığında dünya pazarlarının tek patronu ve diğer emperyalist –kapitalist devletleri ciddi anlamda tehdit eden önemli güç odağı olacağından ötürü özellikle bu yerlerin herhangi bir devletin eline geçmesini istemiyorlardı. Osmanlı’nın ekonomik-siyasi-askeri olarak çöküntü evresine girmesine paralel olarak özellikle İngiliz ve Fransız emperyalistlerin Osmanlı’yı kendisine bağımlı yarı-sömürge, yarı-feodal bir devlet haline getirmesinin koşullarını büyük oranda olgunlaştırdı. Olgunlaşmaya yüz tutan bu ilişkiler doğallığında yarı-sömürge, yarı-feodal iktisadi ve sosyal ilişkilerin tüm Osmanlı devletine damgasını vuran bir noktaya evrilmiş olmasıdır. Esasta bu uşaklık ilişkilerinin miladı olarak kabul gören tarih kuşkusuz ki 1881’de Duyun-u Umumiye’nin Osmanlı idaresinin ipini tamamen (İngiliz ve Fransız emperyalizminin) ellerine almalarıyla alakalıdır. Bu süreç aynı zamanda Osmanlı topraklarında emperyalist-kapitalist devletlerin sınırsız biçimde cirit atmasıdır ve yer-altı, yer-üstü zenginlik kaynakları da talan etmesidir.
Toplumlar tarihinde en zorba, kıyımcı, fetihçi ve talancı devletlerden biri olarak nam salan Osmanlı ceberrut devleti, egemenliğindeki topraklarda boyunduruk altında tuttuğu çeşitli halklar da yavaş yavaş ulusal bilincin gelişmesine paralel olarak, belli uluslar kendi kaderlerini tayin etmek için Osmanlıya karşı mücadele etmesi, bir anlamda serbest rekabetçi çağında giderek emperyalist aşamaya varmasına denk gelir. Başlangıç olarak tüm etnik kökene mensup insanlar Osmanlı’nın aksayan yönlerini düzeltmeye dönük ortak bir cemiyette yani Takrir-i Per ver Cemiyeti içinde örgütlenmişlerdi. Takrir-i Perver Cemiyeti’nin kuruluş gerekçesi Osmanlı’yı yıkmak değil bilakis onu daha güçlü kılmak için enerjilerini ve çabalarını bu noktada ortaya koymaktır. Vurgusunu yaptığımız anlayış ve zemin üzerinde her ne kadar bir ilişki cereyan etmiş olsa da ulusal bilinçleri gün be gün gelişen halklar kendi ulusal devletlerini kurmak için mücadele verirler. Ulusal bilinci ilk gelişen halklardan biri de kuşkusuz Ermeni halkı ve ulusudur. Bundandır ki kendi kaderlerini tayin etmek için silahlı mücadele vermeye başlarlar. Tamamen haklı ve meşru bir zeminde gelişen bu savaşım ve mücadele Osmanlı zorba ve ceberrut devletinin şimşekleri üstüne çekmesine yol açar ve dolayısıyla da onu kanla boğmak için her türden zoru ve şiddeti dizginsizce uygular. Yani 1879’dan itibaren katliamcı, işkenceci ve soykırımcı üne sahip Hamidiye alaylarının hışmına uğrar. Van ve diğer yerlerde on binlerce Ermeni ulusu ve halkına mensup emekçi insanımız alçakça ve hunharca katledilir ve birikimleri de yine aynı felsefeyle talan edilir. Ermeni halkı ve ulusuna ilişkin uygulanan soy kırımın miladı bu süreçle birlikte başlar.
İngiliz ve Fransız emperyalistleri, 1881’de Duyun-u Umumiye idaresi aracılığıyla Osmanlı’yı iktisadi ve ekonomik olarak kendilerine göbekten bağımlı uşak devlet haline getirirken, doğallığın da bu sürecin dışında kalan Alman emperyalizmi (bahsi geçen emperyalist devletlere nazaran daha geç bu süreci tamamlar). Osmanlı pazarına her girdiğinde, ismini zikrettiğimiz emperyalist devletlerin dirençleriyle karşılaşırlar. Vaziyet böyle olunca Alman emperyalizmi ve diğer emperyalist-kapitalist devletler de Osmanlı pazarında koşulları kendi lehlerine döndürmek için hummalı biçimde çalışır ve kendilerine bağlı uşak klikleri bizzat örgütlerler. İşte tamda bu yaklaşımın bir sonucu olarak Alman emperyalizmi Almanya’da eğitim gören subay ve paşa çocuklarını kendi çıkarları doğrultusunda eğitir. Verdiği eğitim ışığında somut görevlerle yükümlü kılar. Yükümlü kılınan görev ışığında hemen harekete geçirilir ve 1908’de “Jön Türk Devrimi” olarak anılan saray darbesiyle Osmanlı idaresinin yönetim erki bu kesimin eline geçer. Yapılan saray darbesiyle hem bağımlılık ilişkileri el değiştirmiş, hem de o güne kadar Osmanlı yönetim kademesinde esamesi bile okunmayan Türk ulusal kimliğinin belirgin biçimde ön plana çıkmıştır. Salt Türk ulusal kimliğin belirgin bir şekilde öne çıkması değil bununla birlikte o güne kadar Osmanlı’nın ticaretini elinde bulunduran Rum, Ermeni, Musevi vb. etnik kimliğe mensup kesimlerin yerine artık Türk ticaret burjuvazisinin eline geçmesidir. ”Jön Türk Devrimi” olarak tabir edilen saray darbesiyle yönetim erkini elinde toplayan İttihat-i Terakkiciler “gayri-Müslim” diye anılan kesimler üzerinde sistematik bakımdan her türden baskı, zor ve şiddet unsurlarını kullanarak hem katliamlardan geçiriyorlardı hem de bu yolla baskı altına aldığı insanların bütün mal varlıklarını gasp ederek palazlanıyorlardı. İşte Türk komprador bürokrat burjuvazisi ve büyük toprak ağaları sınıfının daha da palazlanması bu yolla olmuştur.
Alman emperyalizminin sadık uşağı olarak 1.paylaşım savaşında Almanların komutasında savaşa katılan İttihat-i Terakkici kadroların denetimindeki Osmanlı idaresi, efendilerinden aldığı güçle Anadolu topraklarında en kanlı katliama imza atarlar. Yani 24 Nisan 1915’de Ermeni ulusuna ve halkına yönelik sistematik bir soykırıma girişirler. O ana kadar Anadolu halklarının kadim halklarından biri olan Ermeni ulusu uygulanan etnosit(kültürel soykırım) ve jenosit(fiziksel soykırım) sonucunda ulus bütünlüğü bozulur ve azınlık pozisyonuna düşürülür. Acımasız ve gaddarca uygulanan bu soykırımda bir buçuk milyonun üzerinde insanımız hunharca katledilirken yine bir o kadar da topraklarından sürülür.
“Jön Türk” saray darbesini gerçekleştirenler kuşkusuz İttihat-i Terkici kadrolardır. Bu soy kırımcı kadro aynı zamanda faşist Türk devletinin de kadrolarıdır. Adı geçen kadro Osmanlı’nın soykırımcı katliamlarını kesintisiz biçimde her fırsatta daha acımasızca uygulaya gelmişlerdir. Başını M. Kemal’in çektiği bu faşist kadro, Ermeni ulusu ve halkına uyguladığı soykırımın aynısını bu seferde Kürt ulusuna ve halkına yönelik gerçekleştirmiştir. İnkar ve yok etme siyaseti üzerinde biçimlenen bu vahşiyane siyaset hızından ve yoğunluğundan belli farklılıklar olsa da bu güne kadar bu hiçbir şey kaybetmemiştir.
Ermeni ulusu ve halkına yönelik yapılan bu kapsamlı kültürel ve fiziksel soykırımda, emperyalizmin payı büyüktür. İşlenen bu suça onlarda şu ya bu düzeyde uşaklarıyla birlikte ortaktırlar. Her ne kadar faşist Türk devletinden belli tavizler koparmak için Ermeni ulusuna ve halkına yönelik yapılan bu soy kırımı belli dönemlerde dillendiriyor olsalar da yaptıkları bu sahtekarlık onları aklamaya yetmez. Emperyalist-kapitalist devletlerce ortaya konulan tutumlar Ermeni soykırımını teşhir etmek değil bilakis kendi ekonomik-politik çıkarları için amiyane bakımından kullanmaktadırlar. Diğer bir deyişle timsah göz yaşı dökerek sahtekarca tavırlarıyla, halklarımızı aldatmak istiyorlar. Bütün bu soykırımda payı olan başta İttihat-i Terakkiciler ve Kemalist faşist diktatörlük olmak üzere buna seyirci kalan veya destekleyen tüm emperyalist-kapitalist haydutlar çetesini nefretle kınıyoruz. Dahası Maoist bilinçle tarih karşısındaki yükümlülüklerimizi yerine getirmeye çalışırken hem onları yaptıklarıyla tarih karşısında yargılamayı hem de karanlığın sahiplerini hak ettikleri yere göndermeyi kendimize görev ve sorumluluk biliyoruz. İşte bu bilinçle Ermeni ulusunun ve halkının acısını en içten duygularımızla paylaşıyor ve sorumluları da yine aynı bilinç ışığında nefretle kınadığımızı ifade etmek istiyoruz.
Dünün emperyalist efendileri ve işbirlikçi faşist rejimleri, bugün de Hırant Dink, Kürt ulusu ve diğer azınlık milliyetlere yönelik kapsamlı saldırılarını devam ettirmektedirler. Bu bilinçle ezilen ulus ve azınlık milliyetler mozayiği Türkiye-Kuzey Kürdistan’ı bağımsız ve özgür kılmak için tüm ezilenleri Halk Savaşı siperlerinde kardeşleşmeye çağırıyoruz.
KAHROLSUN 24 NİSAN ERMENİ SOYKIRIMINI GERÇEKLEŞTİRENLER!
KAHROLSUN EMPERYALİZM ve KEMALİST FAŞİST DİKTATÖRLÜK!
YAŞASIN ULUSLARIN KENDİ KADERLERİNİ TAYİN ETME HAKKI!
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!
YAŞASIN HALK SAVAŞI!
YAŞASIN MARKSİZM LENİNİZM MAOİZM!
Maoist Komünist Partisi
Merkez Komitesi-Siyasi Bürosu
Mart 2008