91 NOLU AÇIKLAMA
İki büyük sömürgeci güç olan İngiliz ve Fransızlar, diğer kapitalist devletlere nazaran emperyalistleşme sürecini çok daha erken tamamlarlar. Emperyalistleşme sürecini çok daha erken tamamlama olgusundan hareketle esas olarak dünya pazarlarını bu iki büyük sömürgeci güç, kendi aralarında paylaşır. Diğer sömürgeci devletler (İtalya,Hollanda,Belçika ,Rusya vb.)ise her ne kadar gücü ve olanakları ölçüsünde bu süreçte belli sömürge edinseler ve mevcut pazarlarda pay sahibi olsalar da ne var ki sürecin esas aktörü ve belirleyenleri değildiler.
Serbest rekabetçi dönemin sonlarına doğru (1880’lerden itibaren) gelindiğinde dönemin iki büyük sömürgeci gücü olan İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı, Çin ve İran dışında kalan tüm dünya pazarları bir fiil işgal edilip sömürgeleştirilmişti. O ana kadar tek sömürgeleştirilmeyen devletler sadece ve sadece ismini belirttiğimiz, bu üç devletti. Osmanlı, Çin ve İran devletleri bazı nedenlerden ötürü İngiliz-Fransız emperyalistleri tarafından her ne kadar sömürgeleştirilmese de fakat bu üç devleti, kendisine göbekten bağımlı yarı-sömürgeleri olarak sürece dâhil ederler. Adını zikrettiğimiz devletlerin İngiliz ve Fransız emperyalist güç tarafından boyunduruk altına alma süreciyle yaşanan gelişme, aynı zamanda tarihte ilk yarı-sömürgeciliğin miladı olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Fetihçi ve zorba Osmanlı idaresinde (1881’de) Duyun-u Umumiye idaresi olarak bilinen uygulama, doğallığında tarihe ilk yarı-sömürgecilik biçimi olarak not düşmekteydi. 1881’de İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin tahakkümü altına girip, onların yarı-sömürgesi haline gelen Osmanlı sultanlık-saltanat idaresi, 1908’de “Jön Türk Devrimi’ olarak tabir edilen saray darbesiyle yıkılır ve yerine Alman emperyalizminin egemenliği altına giren bir hükümdarlık haline bürünür.
Alman emperyalizmi, diğer batılı emperyalist devletlere nazaran geç emperyalistleşmesi sürecine girmiştir. Emperyalist aşamaya geç varmasından ötürü dünya pazarları kendisi dışında vurgusunu yaptığımız sömürgeci devletler tarafında paylaşılır ve denetimleri altına alınırlar. Hal böyle olunca Alman emperyalizmi girmek istediği tüm pazarlarda esasta bu iki büyük sömürgeci devletin yani İngiliz ve Fransızların direnciyle karşı karşıya kalıyordu. Bu engel bir biçimde aşılması gerekiyordu. Engel aşılmadan mevcut pazarlar üzerinde egemenlik kurması zordu. İlk elden yapılması gereken yani pazarlar üzerinde egemenlik kurma anlayışına götüren ne varsa bunu yapmaktan asla geri durmadı. Takriben diğer emperyalist-kapitalist devletlerle arasındaki çelişki gün be gün giderek keskinleşiyor ve olgunlaşıyordu. Bu zeminde ilerleyen süreci kendi lehlerine dönüştürmek maksadıyla azami ölçüde çaba sarf ediyordu.
Tarihin en zorba ve fetihçi hükümdarlığından biri olarak nam salan Osmanlı idaresi, yaşadığı çöküntü nedeniyle 1881’de İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin yarı-sömürgesi ve 1908’de ise Alman emperyalizmin tahakkümü altına girerek efendi değiştirmiştir. Çünkü Osmanlı idaresinin hükmettiği topraklar tüm emperyalist devletler açısından çok önemli ve stratejik bir özellik taşıyordu. Fetihçi ve zorbalığıyla ün salan Osmanlı artık emperyalizmin tetikçisi olarak bunu icra ederek kendisini var etmeye çalıyordu.
Emperyalist haydutların topraklarını kendi aralarında pay ettikleri Osmanlı’nın, kendisinin hükmettiği topraklarda ulusal baş kaldırışlar gündeme geliyordu. Bu ulusal baş kaldırışlar emperyalist destekli Osmanlı zorbalığı tarafından acımasızca kana boğuluyordu. O dönem ulusal bilinci ilk gelişen halklardan biri olan şüphesiz ki, Ermeni halkı ve ulusuydu . 19. Y.Y. sonlarına doğru kendi kaderini tayin etmek için baş vurduğu ulusal başkaldırı, Van ve başka yerlerde Hamidiye Alayları ve diğer Osmanlı güçleri tarafından acımasızca ve gaddarca bastırılır ve kana boğulur. Bu aynı zamanda ilerleyen süreçte İttihat Terakkicilerce gerçekleştirilecek olan, Ermenilere yönelik başlatacakları soykırımın da başlangıcıdır.
Türk komprador büyük burjuvazisi ve büyük toprak ağası sınıflarının mazisi İttihat-ı Terakki Cemiyetine dayanır. Orada örgütlenip Osmanlı idaresi içinde etkin bir güç olmaya çalışırlar. İttihat-ı Terakki Cemiyeti içinde örgütlü olan bu kadrolar, Alman emperyalizmin desteğini de arkasına alıp Osmanlı idaresinin ipini hepten eline alan bir süreci başlatır. Ki bu sürecin adı da “Jön Türkler” damgası taşıyan 1908 sürecidir. 1908’de Osmanlı idaresinde hem efendi değişikliği yaşanır hem Türk ulusal kimliği yönetime damgasını vurur, hem de o ana kadar ticareti elinde bulunduran Ermeni, Rum, Yahudi kompradorlarının dönemini de artık kapatacak bir süreci ifade eder. ”Gayri Müslim” olarak tabir edilen Rum, Ermeni, Yahudi, Süryani, Yezidi vb. kesimlere yönelik saldırı statı verilir ve bu kesimlerin zenginlikleri zor ve şiddet unsurları kullanılarak gasp edilir. Zor ve şiddet unsurları aracılığıyla yapılan yağmayla Türk komprador büyük burjuvazi ve büyük toprak ağları sınıfları daha bir palazlanır. Gemi azıya alan bir sürecin başlangıcı olur.
İttihat-i Terakki kadroları Osmanlı idaresinin başına getiren Alman emperyalizmi, adım adım 1. Paylaşım savaşına hazırlıklarını yapar. Yapılan bu hazırlıklar temelinde ileri mevzilerde kendisi için her bakımdan tetikçilik görevini yapacak olan Osmanlıyı da buna hazırlar. İşte tamda böyle bir sürecin keskinliği içinde o dönem en büyük soykırımı da alttan alta örgütlemeye çalışır. 1. Paylaşım savaşında Alman emperyalizmin yanında ve onun ileri mevzilerinde bir tetikçi ve yağmacı olarak katılan Osmanlı idaresi, hükmettiği toprakları Türk ulusal kimliğini her bakımdan egemen bir güç ve anlayış haline getirmek için o dönem en zalim ve barbar soykırımını devreye sokmakla işe başlarlar.Yani 24 Nisan 1915 yılında Ermeni halkı ve ulusuna yönelik sistematik bir soykırım siyaseti izlenir. Bu barbar soy kırımda 2 milyonun üzerinde insanımız hunharca katledilir.
Kürtler, Lazlar, Rumlar ve Ermeniler Anadolu topraklarında bin yıllarca aynı kaderi paylaşan, kadim halklardır. Ermeniler, Anadolu toprakların da yaşayan saygın kadim halklardan biri olmasına karşın İttihat-i Terakkiciler tarafından sistematik olarak uyguladığı soykırımla ulusal bütünlüğü bozulur ve azınlık milliyet konumuna düşürülür.
Osmanlı idaresinin yönetim kademesini elinde bulunduran İttihat-i Terakkiciler aynı zamanda Faşist Türk devletininde kadrolarıdır. Soykırımla tescilli bu kadrolar sırf 24 Nisan 1915 ten 1922 yılına kadar olan süreçte 2,1 milyon Ermeni, 750.000 Rum ve 600.000 Süryani’yi hunharca katletmiştir. Bu soykırıma Kürt halkı ve ulusuna ilişkin yapılan dahil değildir. Çünkü benzer soykırım siyaseti aynı yoğunlukla Kürt halkı ve ulusuna yönelikte yapılmıştır.
Ermeni, Rum, Süryanilere karşı uygulanan bu sistematik soykırım siyaseti hızından hiçbir şey kaybetmeden benzer biçimde Kürt halkına ve ulusuna karşı da uygulanır. Neredeyse bir asırdır oran ve düzeyinde belli farklılıklar içerse de Kürt halkı ve ulusuna karşıda sistematik bir etnosit(kültürel soykırım) ve jenosit(fiziksel soykırım) siyaseti uygulanmaktadır.
Ermeni halkı ve ulusunun soykırımdan geçirilmesinde şu veya bu düzeyde payı olan emperyalist haydutlar sözüm ona (timsah göz yaşını dökerek) “soykırımı kınadığını” söyleyip sahtekarlık yapmaktadırlar. Ezilen-sömürülen dünya halklarına ve ezilen uluslarına yönelik uygulanan ve geçmişten bugüne kadar gerçekleştirilen tüm soykırımların birinci derecede uygulayıcıları emperyalist haydutlar ve onların suç ortakları olan uşak rejimlerdir. Her tarihi süreçte bu böyle olmuştur.Yani ezen-sömüren tiranlar tarafından ezilen-sömürülen halklara karşı uygulan sadece kanlı gelenek olmuştur.
Sonuç olarak; Ermeni halkı ve ulusuna yönelik gerçekleştirilen bu soykırımı bir kez daha burada nefretle kınıyor ve tarihsel hesap sorma bilincimizle faşist Türk devletinden ve onun uşaklık yaptığı emperyalist haydutlardan soracağımızı belirtmek istiyoruz. Ermeni soykırımı ne inkar edilebilir, ne de sorumluları aklanabilir. Halklarımızın nezdinde soykırımcılar daima bilinmekte ve lanetle anılmaktadırlar. Soykırım suçluları, tarihin yargısından asla kurtulamayacaktır. Ermeni soykırımını inkar etmek, onu desteklemek ve günümüzde devam eden katliamları alkışlayarak teşvik etmektir. Bir ulusun yaşam hakkı ve ulusal bütünlüğüne kast eden barbarlıktan sorumlu olan faşistTürk hakim sınıfları bu alçakça ve kanlı tarihleriyle yüz yüze gelip, en başta kendilerine hesap vermek durumundadırlar. Tarihlerindeki kıyımlarını bugün yeni ırkçı faşist cinayetlerle sürdürenlerin inkara sığınmaları nafiledir. Gerçek inatçıdır. Tarihsel utancınızı kabul edin ve bugün devam ettirmekten vazgeçin!
Son günlerde DTP somutunda Kürt ulusuna yönelik gerçekleştirilen saldırı ve yok etme siyaseti Osmanlıdan günümüze değin devam eden bu ”soylu geleneğin”(!) en dolaysız biçimde uygulanmasıdır. Bu gün uygulanan etnosit ve jenosit siyasetinin aralıksız sürdürülmesidir. İnkar ve imha siyasetidir. İmha ve inkara dayalı bu siyasete her alanda örgütlü duruşumuzla karşı duralım. Tüm Maoist aktivistler bu konuda üstüne düşeni yerine getirmede asla tutuk davranmamalıdır.
Biz Kazanacağız, Halk Kazanacak, Halk Savaşı Kazanacak!
24 NİSAN SOYKIRIMINI GERÇEKLEŞTİREN VE SÜRDÜRÜCÜLERİNİ MAOİST BİLİNÇLE LANETLİYORUZ!
KAHROLSUN FAŞİST TÜRK DEVLETİ!
KAHROLSUN EMPERYALİZM VE HER TÜRDEN GERİCİLİK!
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!
YAŞASIN ULUSLARIN KENDİ KADERLERİNİ TAYİN HAKKI!
YAŞASIN HALK SAVAŞI!
YAŞASIN MARKSİZM LENİNİZM MAOİZM!
MAOİST KOMÜNİST PARTİSİ
Merkez Komitesi-Siyasi Bürosu
NİSAN 2009